ŞEYTANIN HİLELERİ
Eserin yazarı: Muhyiddin’i Arabî
Bu cep kitabı, Muhyiddin-i Arabi'nin
"Seceret'ül Kevn" adlı eserinden iktibas edilmiştir.
***
Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.
Salat ve selam, efendimiz Emin Peygamber Muhammed'e, sonra, onun ak aline ve
ashabının tümüne olsun.
İbn-i Abbas (r.a.) Hz.'inden naklen Muaz
b. Cebel rivayet ediyor
- Bir gün Rasûlullâh (s.a.v.) ile
beraberdik. Ensardan birinin evinde toplanmıştık. Tam bir cemaat olmuştuk.
Sohbete dalmıştık. Bu arada, dışarıdan bir ses geldi;
- Ev sahibi, içerdekiler… Eve girmem için
bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim var. Görülecek bir işim var.
Bunun üzerine, herkes Rasûlullâh (s.a.v.)
Efendimizin yüzüne bakmaya başladı. Orada ve her zaman büyük oydu izin ondan
çıkacaktı. Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, duruma vakıf oldu ve:
- "Bu seslenen kimdir, bilir
misiniz?" buyurdu.Biz hep
birden şöyle dedik:
- En iyi bilen Allah ve Resulüdür. Bunun
üzerine Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz:
- "O, laîn İblistir. -Şeytandır-.
Allah'ın laneti onun üzerine olsun." buyurunca;
hemen Hz. Ömer:
- “Ya Rasûlullâh, bana izin veriniz onu
öldüreyim.” dedi. Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz bu izni vermedi; şöyle buyurdu:
- "Dur ya Ömer, bilmiyor musun ki;
ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir. Öldürmeyi bırak."
Sonra şöyle buyurdu:
- "Kapıyı ona açın gelsin. O,
buraya gelmek için emir almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalışınız. Size
anlatacaklarını iyi dinleyiniz."
* * *
Bundan sonrasını ondan dinleyelim; yani
Ravi'den. Şöyle anlattı:
- Kapıyı ona açtılar, içeri girdi ve bize
göründü. Bir de baktık ki, şekli şu: Bir ihtiyar. Şaşı. Aynı zamanda köse.
Çenesinde altı veya yedi kadar kıl sallanıyor. At kılı gibi. Gözleri yukarı
doğru açılmış. Kafası, büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da, bir manda
dudağına benziyordu.
Sonra, selam verdi, onun bu selamına
Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz şu mukabelede bulundu:
- "Selam Allah'ındır ya laîn."
Sonra ona şöyle buyurdu:
- "Bir iş için geldiğini duydum;
nedir o iş?"
Şeytan şöyle anlattı:
- Benim buraya gelişim, kendi arzumla
olmadı. Mecburen geldim.
Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz sordu:
- "Nedir o mecburiyet?" Şeytan anlattı:
- İzzet sahibi Rabbın katından bana bir
melek geldi. Ve dedi ki:
- Allahü Teâlâ sana emir veriyor:
Muhammed'e gideceksin. Ama düşük ve zelil bir halde. Tevazu ile. Ona gideceksin
ve âdemoğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın. Onları nasıl aldattığını
söyleyeceksin bir bir ona. Sonra o; sana ne sorarsa doğrusunu diyeceksin.
Sonra Allahü Teâlâ buyurdu ki:
- Söylediklerine bir yalan katarsan,
doğruyu söylemezsen seni kül ederim; rüzgar savurur.. Düşmanların önünde, seni
rüsvay ederim.
İşte böyle; ya Muhammed, o emir üzerine sana
geldim.
Arzu ettiğini bana sor. Şayet bana
sorduklarına doğru cevap vermezsem; düşmanlarım benimle eğlenecek. Şu muhakkak
ki, düşmanlarımın eğlencesi olmaktan daha zor bir şey yoktur.
* * *
Bundan sonra, Rasülullah (s.a.v.) Efendimiz
şöyle sordu:
- "Mademki, sözlerinde doğru olacaksın.
O halde bana anlat: Halk arasında en çok sevmediğin kimdir?"
Şeytan şu cevabı verdi:
- Sensin, ya Muhammed. Allah'ın yarattıkları
arasında senden daha çok sevmediğim kimse yoktur. Sonra, senin gibi kim
olabilir ki?” Rasûlullâh (s.a.v.)
Efendimiz sordu:
- "Benden sonra, en çok kimlere
buğuzlusun ve sevmezsin?.." Şeytan
anlattı:
- Müttaki (Allah’tan korkan) bir gence ki
varlığını Allah yoluna vermiştir.
Bundan sonra, sual cevap aşağıdaki şekilde
devam etti. Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz sordu; şeytan anlattı:
- "Sonra kimi sevmezsin?"
- Kendisini sabırlı bildiğim, şüpheli işlerden
sakınan alimi...
-"Sonra?"
- Temizlik işinde yıkadığı yerleri üç defa
yıkamaya devam eden kimseyi.
-"Sonra?"
- Sabırlı olan bir fakiri ki; ihtiyacını hiç
kimseye anlatmaz. Halinden şikayet etmez.
- "Peki, bu fakirin sabırlı
olduğunu nereden bilirsin?.."
Ya Muhammed, ihtiyacını kendi gibi birine
açmaz. Her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, Allah
onu sabredenlerden yazmaz. Sabırlı kimselerin işi buna benzemez. Hâsılı, onun
sabrını; halinden, tavrından ve şikayet etmeyişinden anlarım.
- "Sonra kim?"
- Şükreden zengin.
- "Peki, ama o zenginin şükreden
olduğunu nasıl anlarsın?.."
- Onu görürsem ki, aldığını helal yoldan
alıyor ve mahalline harcıyor. Bilirim ki: O şükreden bir zengindir.
* * *
Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz bu defa
mevzuu değiştirdi ve ona başka bir sual sordu:
- "Peki, ümmetim namaza kalkınca,
senin halin nice olur?.."
- Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar.
Titrerim.
- "Neden böyle olursun; ya
laîn?.."
- Çünkü bir kul, Allah için secde edince bir
derece yükselir.
- "Peki, ya oruç tuttukları zaman
nasıl olursun?.."
- O zaman da bağlanırım. Taa, onlar iftar
edinceye kadar.
- "Peki, ya hac yaptıkları zaman
nasıl olursun?.."
- O zaman da, çıldırırım.
- "Peki, ya Kuran okudukları zaman
nasıl olursun?.."
- O zaman da, eririm. Tıpkı ateşte eriyen
bir kurşun gibi eririm.
- "Peki, ya sadaka verdikleri zaman
halin nasıldır?.."
- Ha, işte o zaman halim pek yaman olur.
Sanki sadaka veren, bir testere alır eline ve beni ikiye böler.
Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz sebebini
sordu:
- "Neden öyle testere ile ikiye
biçilirsin, ya Eba mürre?"
Bunun üzerine İblis:
- Onu da anlatayım.
Dedikten sonra anlatmaya başladı:
- Çünkü sadakada dört güzellik vardır. Şöyle
ki:
1- Allahü Teâlâ, sadaka verenin malına ihsan
eyler.
2- O sadaka, veren kimseyi halkına sevdirir.
3- Allahü Teâlâ, onun verdiği sadakayı,
cehennemle arasında bir perde yapar.
4- Allahü Teâlâ, belayı, sıkıntıyı ve ahları
ondan defeder.
* * *
Bundan sonra, Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz
ashabı hakkında ona bazı sorular sordu:
- "Ebubekir için ne dersin?.." İblis buna şu cevabı verdi:
- O bana, cahiliyet devrinde bile itaat
etmedi. İslam’a girdikten sonra nasıl bana itaat eder?
- "Peki, Ömer b. Hattab için ne dersin?"
İblis buna da şu cevabı verdi:
- Allah'a yemin ederim ki, her gördüğüm
yerde ondan kaçtım.
- "Peki Osman b. Affan için ne
dersin?.."
- Ondan utanırım hem de çok. Nasıl ki,
Rahman'ın (Allah) melekleri de ondan utanırlar.
- "Peki, Ali b. Ebutalib için ne
dersin." İblis onun için de
şöyle dedi:
- Ah, onun elinden bir kurtulsam. O, kendi
başına kalsa; ben de kendi başıma kalsam. O, beni bıraksa ben de onu bıraksam.
Ben onu bırakırım; ama o beni bırakmaz.
Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, yukarıdaki
soruları sorduktan ve şeytanın verdiği cevaplar da kısmen bittikten sonra,
şöyle buyurdu:
- "Ümmetime saadet ihsan eden; seni
de taa, belli bir vakte kadar şaki kılan Allah'a hamd olsun."
Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz o cümlesini
duyan laîn İblis şöyle dedi:
- Heyhat, heyhat... Ümmetin saadeti nerede?
Ben, o belli vakte kadar diri kaldıkça, sen ümmetin için nasıl ferah
duyarsın?..
Ben, onların kan mecralarına girerim.
Etlerine karışırım. Ama onlar, benim bu halimi göremez ve bilemezler, beni
yaratan ve baas gününe kadar bana mühlet veren Allah'a yemin ederim ki:
Onların tümünü azdırırım. Cahillerini ve
âlimlerini, ümmilerini (okuma yazma bilmeyen) ve okumuşlarını, facirlerini (açıktan günah işleyen) ve âbidlerini (sürekli ibadet eden) hâsılı, bunların hiçbiri elimden kurtulamaz.
Fakat Allah'ın halis kulları hariç. Evet,
bunları azdıramam.
Bunun üzerine Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz
sordu:
- "Sana göre ihlas sahibi olan
muhlis kullar kimlerdir?"
Bu suale İblis şu cevabı verdi:
- Bilmez misin? Yâ Muhammed, bir kimse ki, dirhemini ve
dinarını sever. (Parayı ve
dünyalığı sever.) O Allah için bir ihlasa sahip değildir.
Bir kimseyi görürsem ki; dirhemini ve
dinarını sevmez; övülmekten, medhedilmekten hoşlanmaz. Bilirim ki o ihlas sahibidir.
Hemen onu bırakır kaçarım.
Bir kul, malı ve övülmeyi sevdiği süre,
kalbi de dünya arzularına bağlı kaldığı müddet, o size vasfım yaptığım
kimseler arasında bana en çok itaat edendir.
Bilmez misin ki; mal sevgisi, büyük günahların
en büyüğüdür.
Bilmez misin ki; Ya Muhammed, baş olma
sevgisi yine büyük günahların en büyükleri arasındadır.
İblis, anlatmaya devam etti:
- Ya Muhammed, bilmez misin?.. Benim yetmiş
bin tane çocuğum var. Bunların her birini bir başka yere tayin etmişimdir.
Sonra, o her çocuğumla birlikte yine yetmiş bin tane şeytan vardır.
Onların bir kısmını ulemaya gönderdim.
Bir kısmını gençlere yolladım.
Bir kısmını da, meşayiha (şeyhlere,
hocalara) saldım.
Bir kısmını da, ihtiyar kadınlara musallat
ettim.
Gençlere gelince; aramızda hiçbir anlaşmazlık
yoldur. Onlarla gayet iyi geçiniriz.
Çocuklara gelince onlarla da, bizimkiler
istedikleri gibi birlikte oynarlar.
Bizimkilerin bir kısmını da, abidlerin başına
dert ettim. Bir kısmını da zahidlerin.
Onlar, bunların yanına girer; halden hale
sokarlar. Bir tepeden öbürüne hep dolaştırıp dururlar. Öyle bir hal alırlar ki;
başlarlar, sebeplerden herhangi birine sövmeye.
İşte, böylece, onlardan ihlası alırım.
Onlar, bu haller ile yaptıkları ibadeti, ihlassız (samimiyetsiz, huşusuz) yaparlar. Ama
bu hallerinin farkında olamazlar.
İblis, bundan sonra, aldattığı bir rahibin
hikâyesini anlatmaya geçti. Ve şöyle dedi;
- Bilmez misin, ya Muhammed, Rahip Barsisa;
tam yetmiş yıl ihlas ile Allah'a ibadet etti.
Bu ibadetleri sonunda, ona öyle bir hal
ihsan edilmişti ki: Her dua ettiği hasta, duası bereketi ile şifa yap oluyordu.
Onun peşine takıldım; hiç bırakmadım. Zina
etti, katil oldu. Sonunda da küfre girdi.
***(Bu olay yazının sonunda detaylıca
anlatılmaktadır.)
Bu o kimsedir ki; Allahü Teâlâ aziz
kitabında, ona şöyle anlatır:
- "... Şeytanın hali gibidir ki; o
insana: “Kâfir ol” dedi. O vakit o kâfir oldu; bu defa ona şöyle dedi: Ben,
senden uzağım. Ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım." (59/16).
* * *
İblis, bundan sonra, bazı kötü huylar
üzerinde durdu. Ve onların her birinden nasıl istifade ettiğini anlattı.
YALAN:
- Bilmez misin ya Muhammed, yalan bendendir
ve ilk yalan söyleyen de benim.
Her kim yalan söylerse o benim dostumdur.
Her kim yalan yere yemin ederse o da benim
sevgilimdir.
Bilmez misin ya Muhammed, ben Âdem’e ve
Havva'ya yalan yere Allah adına and içtim.
- "Muhakkak, ben size nasihat ediyorum."
(7/16).
Dedim... Bunu yaparım; çünkü yalan yere
yemin gönlümün eğlencesidir.
GIYBET- KOĞUCULUK:
Gıybet (arkadan konuşma) ve koğuculuğa (laf
taşıma) gelince, onlar da, benim meyvelerim ve şenliğimdir.
NİKÂH
ÜZERİNE YEMİN ETMEK:
- Her kim, talak üzerine yemin ederse (karımdan boşanmış olayım ki bu böyledir derse) günahkâr olacağından endişe edilir. İsterse
bir defa olsun. İsterse doğru bir şey üzerine olsun. (Eğer boşanma üzerine yalan
yemin ettiyse nikâhı gider. Doğruysa da yemin etmek hele ki boşanma üzerine
yemin etmek dinen hoş bir şey olmadığından yine çirkin bir iş yapmış olur. Din
üzerine yemin etmek -kâfir olayım ki, Allah’ımı inkâr etmiş olayım ki bu böyle-
derse doğru da yalanda olsa dinden çıkar.)
Her kim, talakı ağzına alırsa taa, hakikat
belli oluncaya kadar karısı ona haram olur. Onlar bu halleri ile kıyamete kadar
meydana getirecekleri çocuklar, hep zina çocuğu olur. Ağza alınan o talak (boşanma) kelimesi yüzünden, hepsi cehenneme girer.
NAMAZ:
- Ya Muhammed, namazı an be an tehir edene (geciktirene) gelince onu da anlatayım.
O, her ne zaman ki, namaza kalkmak ister;
tutarım. Ona vesvese veririm. Derim ki:
- Henüz vakit var. Sen de meşgulsün. Hele
şimdilik işine bak. Sonra kılarsın.
Böylece o: Vaktinin dışında namazını kılar.
Ve bu sebepten onun kıldığı namaz yüzüne atılır. (Namazı kazaya bırakmak günah olduğu gibi namazı
mazeretsiz geciktirmek, geç vakitte kılmakta dinen çirkin bir iştir. Yalnız
sabah namazını müstesna)
Şayet o kimse, beni mağlup ederse ona insan
şeytanlarından birini yollarım. Böylece onu vaktinde namaz kılmaktan alıkoyar.
O, bunda da, beni mağlup ederse bu sefer
onun hesabını namazından görmeye bakarım. O namazın içinde iken:
- “Sağa bak, sola bak.” derim.
O da, bakar. O ki böyle yaptı, yüzünü okşar alnından öperim. Bundan sonra ona:
- “Sen, ebedi yaramaz bir iş yaptın.” derim ve böylece onun huzurunu bozarım.
Sen de bilirsin ki ya Muhammed, her kim
namazda sağa ve sola çokça bakarsa, Allah onun namazını kabul etmez. (Bir kişi namaz kılarken birisi görmüş olduğunda “bu kişi namaz
kılmıyor” diyecek kadar namazda hareket ediyorsa öyle bir namaz geçersizdir.
Bir kişinin bir rükün [kıyam, rükû, secde veya oturuş] içerisinde elini 3 defa hareket
ettirmesi namazını bozar. İlmihallerde bu meseleye ameli kesir denilir.)
Bunda da ona mağlup olursam yalnız başına
namaz kıldığı zaman yanına giderim. Ve ona: Çabuk namaz kılmasını emrederim.
O da, başlar; namazını çabuk çabuk kılmaya. Tıpkı horozun, gagası ile, yerden
bir şeyler topladığı gibi. (Namaz kılan kişinin rükû-secde arasında
ve secdeler arasında en az bir defa sübhânallâh diyecek kadar hareketsiz
beklemesi gerekmektedir. Böyle kılınmayan namaz tüm mezheplere göre tekrar
kılınmalıdır. Namazın bu kuralına tadili erkân denilir.)
Bu işi, ona yaptırmakta da, başarı kazanamazsam;
bu sefer cemaatle namaz kılarken onun yanma varırım. Orada onun başına bir gem
takarım... Başını imamdan evvel secdeden ve rukû'dan kaldırırım. İmamdan evvel
de, secde ve rukû yaptırırım. İşte o böyle yaptığı için, kıyamet günü Allah
onun başını eşek başına çevirir. (Kişi imamdan önce rükû veya secdeye gitse imam daha gitmeden
kalksa namazı bozulur. Ancak imamdan önce veya sonra gitse de imamla
birlikte ruku veya secde de bir defa sübhânallâh diyecek kadar süre ortak
bulunurlarsa namazı bozulmaz, ancak mekruhtur, yani çirkin bir iş yapmış olur.)
O kimse, bunda da beni yenerse bu defa, ona
namazda parmaklarını çıtlatmasını emrederim. Böylece o: Beni teşbih edenlerden
olur. Ama bu işi ona namaz içinde yaptırmaya muvaffak olursam. (Parmak çıtlatmak mekruhtur, sağlığa da zararlıdır.)
Bunda da, ona mağlup olursam. Bu sefer ona
tekrar giderim. Namaz içinde iken burnuna üflerim. Ben üfleyince, o esnemeye
başlar. (Bu sebepledir ki peygamberimiz
“Aksırmak Allah’tan, esnemek şeytandandır.” buyurmuştur. Şeytan sebebiyle
esneyen kişi peygamberler esnemez diye düşünürse veya şehadet parmağını diline
değdirirse esneme gider. Namazda herhangi bir sebeple esneyen önce esnememeye
direnmeli, olmadı eliyle kapamalıdır. Esnemek midenin dolu olmasından ve
bedenin ağırlaşmasından meydana gelir. Dudağı ısırarak mani olmaya
çalışmalıdır. Böyle yapamayan, namazda kıyamdayken sağ elin; diğer rükünlerde
ve namaz dışında ise sol elin arkasıyla ağzını kapatmalıdır.)
Şayet o, bu esneme esnasında elini ağzına
kapamazsa onun içine küçük bir şeytan girer, dünya hırsını ve dünyevî
bağlarını çoğaltır. (Kişinin zihnine dünyalık şeyler
getirir, namazdayken Allah’ın huzurunda olduğu şuur ve bilincini kaybettirir.
Huşuya engel olur.)
İşte bundan sonra o kimse (namazda) hep bize
itaat eder, sözümüzü dinler, dediklerimizi yapar.
* * *
Şeytan bundan sonra, konuşmasına devam
etti:
- Sen, ümmetin hangi saadetinden ferah
duyarsın ki?
Ben onlara, ne tuzaklar kurarım, ne
tuzaklar.
Miskinlerine, çaresizlerine ve zavallılarına
giderim. Namazı bırakmalarını emrederim. Ve onlara derim ki:
- Namaz size göre değil. O, Allah'ın afiyet ihsan
ettiği ve bolluk verdiği kimseler içindir.
Sonra da hastalara giderim:
- “Namaz kılmayı bırak.” derim. Çünkü Allahü Teâlâ: "Hastalara
zorluk yok..." (24/61) buyurdu. İyi olduğun zaman çokça kılarsın. Ve böylece o, namazını bırakır. Hatta (namazın farziyetini, önemini inkâr
edip) küfre de gidebilir.
Şayet o, hastalığında namazını terk ederek
ölüp giderse... Allah'ın huzuruna çıkarken, Allahü Teâlâ'yı öfkeli bulur.
Sonra şöyle dedi:
-Ya Muhammed, eğer bu sözlerime yalan
kattımsa, beni akrep soksun... Sonra eğer yalan varsa Allah (c.c) beni kül
eylesin.
İblis bundan sonra, konuşmalarına devam
etti ve şöyle dedi:
-Ya Muhammed, sen ümmetin için ferah mı
duyuyorsun? Hâlbuki ben onların altıda birini dininden çıkardım. (Peygamberimiz ümmetinde 73 fırka çıkacağını bunlardan biri
[ehli sünnet] hariç hepsinin sapık inanç üzere olacağını bildiriyor Allah
bizleri ehli sünnet itikadından -inancından- ayırmasın. Âmin)
* * *
Bundan sonra... Rasûlullâh (s.a.v.)
Efendimiz ona, yani İblis'e aşağıdaki şekilde kısa kısa bazı sorular sordu. O
da bunlara cevap verdi:
- Ya laîn, senin oturma arkadaşın
kim?"
- Faiz yiyen.
- "Dostun kim?"
- Zina eden.
- "Yatak arkadaşın kim?"
- Sarhoş.
- "Misafirin kim?"
- Hırsız.
- "Elçin kim?"
- Sihirbazlar.
- "Gözünün nuru nedir?"
- Karı boşamak. (Şeytan eşleri birbirlerinden ayırmak için tartışmalarda iki
tarafı da birbirlerine karşı kışkırtır. Eşlerden biri ateşken diğer barut
olmamalı, su olmalı. Biri deliyken diğeri veli olmalı alttan almalı veya tartışmadan
kaçınmalı hatta o ortamı terketmeli.)
- "Sevgilin kim?
- Cuma namazını bırakanlar. (3 hafta peş peşe Cuma namazına geçerli mazeretsiz gelmeyenin
kalbi geçici mühürlenir yani iyilik yapmak istemez.)
* * *
Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz bu defa
başka bir mevzua geçti ve şöyle sordu:
- "Ya laîn, senin kalbini ne
kırar?"
- Allah yolunda cihada koşan atların
kişnemesi...
- "Peki, senin cismini ne
eritir?"
- Tevbe edenlerin tevbesi. (Tövbe ile günahlar silindiğinden şeytanın çalışmaları boşa
gider.)
- "Peki, ciğerini ne parçalar, ne
çürütür?"
- Gece ve gündüz, Allah'a yapılan bol bol
istiğfar (tevbe)
- "Peki, yüzünü ne
buruşturur?"
- Gizli sadaka. (Açıktan verilen sadakaya riya yani
gösteriş karışabilir. Riya amelin sevabını iptal eder.)
- "Peki, gözlerini kör eden
nedir?"
- Gece namazı. (Farz, vacib ve sünnet namazlardan sonra
en faziletli namaz gece kılınan namazdır.)
- "Peki, başını eğdiren nedir?
- Çokça kılınan cemaatle namaz. (Çünkü cemaatle kılınan namaz tek başına
kılınan namazdan 27 kat daha faziletlidir.)
* * *
Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz tekrar bir
başka mevzua geçti ve şöyle sordu:
- "Sana göre insanların en
saadetlisi kimdir?"
- Namazlarını bilerek kasten bırakanlar.
- "Peki, sana göre insanların en
şakisi (âsi) kim?"
- Cimriler.
- "Peki, seni işinden ne
alıkoyar?"
- Ulema meclisleri. (İslami dersler ve sohbetlerin meclisleri şeytanın çalışmalarına,
faaliyetlerine engeldir.)
- "Peki, yemeğini nasıl
yersin?"
- Sol elimle parmaklarımın ucu ile. (Başında besmele çekilmeden ve sol elle yenilen yemekten
şeytanda yer ve bu yüzden yemeğin bereketi olmaz. Başta besmele çekmeyi unutan
ortasında veya sonunda “Bismillâhi alâ evvelihî ve ahirihî” veya “Bismillâhi
evvelehü ve âhirahü” demelidir.)
- "Peki, sam yeli estiği zaman ve
ortalığı sıcaklık bastığı zaman çocuklarını nerede gölgelendirirsin?"
- İnsanların tırnakları arasında. (Bu sebepledir ki tırnak uzatmak mekruhtur. Tırnağı cuma günü
kesmek sünnettir.)
* * *
Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz bundan
sonra, bir başka mevzuu sordu. İblis de cevap verdi.
- "Rabbinden neler talep
ettin?"
- On şey talep ettim.
- "Nedir onlar, ya laîn?"
- Şunlardır:
1- Allah'tan diledim ki, beni
ademoğullarının malına ve evladına ortak ede... Bu, ortaklık talebimi yerine
getirdi. Ki bu:
- "Onlara ortak ol. Mallarına ve
çocuklarına. Onlara vaad et. Hâlbuki şeytan onlara en çok gurur vaad
eder..." (17/64) Ayet-i
Celilesi ile sabittir.
Her besmelesiz kesilen hayvan etinden
yerim faiz ve haram karışan yemekten de yerim.
Şeytandan Allah'a sığınılmayan malın da
ortağıyım.
Cinsi münasebet anında; Allah'a şeytandan
sığınmayan kimse ile birlikte hanımı ile birleşirim. Ve o birleşmeden hâsıl
olan çocuk, bize itaat eder. Sözümüzü dinler.
Her kim hayvana binerken, helal yola
gitmeyi değil de, aksini isteyerek binerse, ben de onunla beraber binerim. Yol
arkadaşı ve binek arkadaşı olurum.
Bu da Ayet-i Kerime ile sabittir. Allahü
Teâlâ bana şu emri verdi:
- "Onlar üzerine süvarilerinle,
piyadelerinle yaygara çıkart..." (17/64)
2- Allahü Teâlâ'dan diledim ki: Bana bir ev
vere. Bu dilediğim üzerine hamamları bana ev olarak verdi. (Aynı
cinsiyettekiler birbirinin göbek dizkapağı arasına bakamaz. Hamamda da
tesettüre dikkat edilmelidir.)
3- Diledim ki; bana bir mescid vere. Pazar
yerlerine bana birer mescid yaptı. (Kadın erkek karışık, günah ihtimali çok
yüksek, ayrıca satışlarda yalan yere edilen yeminler vs. pazarların günah
yuvası olmasına sebeptir.)
4- Benim için bir okuma kitabı vermesini
istedim. Şiirleri bana okuma kitabı yaptı.
5- İstedim ki; benim için bir ezan vere.
Mezmurları (içinde
ilahileri olan değiştirilmiş zebur) verdi.
6- Diledim ki; bana bir yatak arkadaşı
vere. Sarhoşları verdi,
7- Diledim ki; bana yardımcılar vere...
Bunun için de kaderiye mensuplarını (kaderi inkâr edenleri) verdi.
8- İstedim ki; bana kardeşler vere. Mallarını
boş yere israf edenleri verdi. Bir de masiyet (günah) yoluna para harcayanları.
Bunlar da şu Ayet-i Kerime ile sabittir:
- "O kimseler ki; mallarını boş
yere harcarlar. Onlar şeytanın kardeşleri olmuşlardır..." (17/27)
Bir ara Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz
şöyle buyurdu:
- "Eğer söylediklerini, Allah'ın
kitabındaki ayetlerle isbat etmeseydin. Seni tasdik etmezdim."
Bundan sonra İblis devam etti:
9- Ya Muhammed, Allah'tan diledim ki,
âdemoğullarını ben göreyim; ama onlar beni göremeyeler. Bu dileğimi de yerine
getirdi.
10- Diledim ki; âdemoğullarının kan
mecralarını bana yol yapa Bu da oldu. Böylece ben, onlar arasında akıp giderim,
gezerim, hem nasıl istersem. (Şeytan
cinlerden olduğundan insan vücuduna girebilir, gezebilir, kişiye vesvese
verebilir, hatta besmelesiz yediği yemekten o da yer.)
Bütün bu isteklerimi verdi.
- “Hepsi sana verildi.” buyurdu. Ve ben bu
hallerimle iftihar ederim. Sonra şunu da ekleyelim ki; benimle beraber olanlar,
seninle beraber olanlardan daha çoktur. İşte böylece kıyamete kadar,
âdemoğullarının ekserisi (çoğunluğu) benimle beraber olurlar.
Bundan sona İblis şöyle anlattı:
- Benim bir oğlum vardır. Adı: ATEME'dir.
Bir kul, yatsı namazını kılmadan uyursa gider; onun kulağına bevl eder. Eğer
böyle olmasaydı; imkân yok, insanlar, namazlarını eda etmeden uyuyamazlardı.
Benim bir oğlum daha vardır ki; onun adı
da; MÜTEKAZİ'dir... Bunun vazifesi de; yapılan gizli amelleri yaymaya
çalışmaktır. (Kişinin işlemiş olduğu sevaplarda riya yani gösteriş yaptırır.
Gösteriş sevabı iptal ettirir.)
Mesela: Bir kul, gizli bir taat işlerse ve
bu yaptığını da gizlemeye çalışırsa... MÜTEKAZÎ onu dürter. En sonunda o gizli
amelin yayılmasına ve açığa çıkarmaya muvaffak olur. Böylece: Allahü Teâlâ o
amel sahibinin yüz sevabının doksan dokuzunu imha eder biri kalır. Çünkü bir
kulun yaptığı gizli bir amel için tam yüz sevap verilir.
Sonra benim bir oğlum daha vardır ki; onun
adı da KÜHAYL'dir. Bunun işi de insanların gözlerini sürmelemektir. Bilhassa,
ulema meclisinde ve hatip hutbe okurken. Bu sürme onların gözüne çekildi mi
uyuklamaya başlarlar. Ulemanın sözlerini işitemezler. Böylece hiç sevap
alamazlar.
Bundan sonra İblis şöyle anlattı:
- Hangi kadın olursa olsun. Onun kalktığı
yere şeytan oturur. Sonra her kadının kucağında mutlaka bir şeytan durur. Ve
onu, bakanlara güzel gösterir. Sonra o kadına bazı emirler verir. Mesela:
- “Elini kolunu dışarı çıkar; göster.”
der. O da, bu emri tutar. Elini, kolunu açar, gösterir. Bundan sonra, o
kadının hayâ perdesini tırnakları ile yırtar.
İblis, bundan sonra Rasûlullâh (s.a.v.)
Efendimize kendi durumunu anlatmaya başladı:
- Ya Muhammed, bir kimseyi delalete
sürüklemek için elimde bir imkân yoktur. Ben, ancak vesvese veririm ve bir şeyi
güzel gösteririm o kadar. Eğer delalete sürüklemek elimde olsaydı; yeryüzünde:
- “Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed
Allah'ın rasulüdür.” diyen herkesi, oruç tutanı ve namaz kılanı hiç
bırakmazdım. Hepsini dalalete düşürürdüm. Nasıl ki, senin elinde de, hidayet
nevinden bir şey yoktur. Sen ancak Allah'ın rasûlüsün. Ve tebliğe (dini
anlatmaya) memursun. Şayet hidayet elinde olsaydı; yeryüzünde tek kâfir
bırakmazdın.
Sen, Allah'ın halkı üzerinde bir huccetsin,
ben de, kendisi için ezelde şekavey yazılan kimselere bir sebebim.
Said (itaatkâr) olan kimse, taa, ana
karnında iken saiddir. Şaki (asi, eşkıya) olan da, yine ana karnında iken
şakidir.
Saadet ehli kılan Allah; Şekavet ehli
kılan da Allah.
Bundan sonra Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz
şu iki Ayet-i Kerimeyi okudu:
- "Bunlar, taa, sonuna kadar böyle
değişik şekilde devam edecek... Ancak Rabbın esirgedikleri hariç..."
(11/119)
- "Allah'ın emri behemehâl yerini
bulan bir kaderdir..." (33/38)
Bundan sonra, Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz,
İblis'e şöyle buyurdu:
- "Ya Ebamürre, acaba senin bir
tevbe etmen ve Allah'a dönmen mümkün değil mi? Cennete girmene kefil olurum...
Söz veririm..."
Bunun üzerine İblis şöyle dedi:
- Ya Rasûlullâh, iş verilen hükme göre
oldu... Kararı yazan kalem de kurudu... Kıyamete kadar olacak işler olacaktır.
Seni peygamberlerin efendisi kılan, cennet
ehlinin hatibi eyleyen ve seni halkı içinden seçen ve halkı arasında bir gözde
yapan, beni de şakilerin efendisi kılan ve cehennem ehlinin hatibi eyleyen
Allah'tır. Ve o: Bütün noksan sıfatlardan münezzehtir.
Ve İblis, cümlelerini şöyle tamamladı:
- İşte bu söylediklerim, sana son
sözümdür. Ve bütün söylediklerimi de doğru söyledim.
***
Evvel, âhir,
zâhir, bâtın, âlemlerin Rabbı olan Allah'a hamd olsun.
(Evvel: Başlangıcı olmayan, ezeli
Âhir: Sonu olmayan, sonsuz, ebedi
Zâhir: Yarattıklarıyla, eserleriyle açık
Bâtın: Zâtı gizli)
Efendimiz Muhammed Nebiye Allah salat
eylesin. Keza onun aline de, ashabına da. Âmin!
Bütün peygamberlere selam, Âlemlerin Rabbi
olan Allah'a da, -tekrar- hamd olsun.
RAHİB BARSİSA OLAYI
Bir zaman israiloğulları içinde Barsisa
denilen bir ibâdet ehli vardı. Zahitliğinin ünü, doğuya batıya erişmişti. Nerde
bir hasta varsa, ona su yollarlardı, o suyu okur, üflerdi; hasta içince sağlık
ve esenlik bulurdu.
Herkes de bilir ve anlardı ki bu onun
soluğunun eseridir.
Çok geçmedi ki halk, bu sağlık-esenlik,
filan ilaçtan meydana gelir mi ki diye ilaçların tesirinde şüpheye düştü.
Barsisa öyle bir şöhret kazandı ki o
zamanın hekimlerine kimse gitmez oldu.
O lanetlenmiş şeytan, o pusuda gizlenmiş
eski düşman, o bel kıran mel'un, demir geveliyor, fakat bir çâre bulamıyordu.
Durmadan bu Rahibi yoldan çıkarmanın, onu ibadetten alıkoymanın yolunu
arıyordu.
Bir gece lanetlenmiş şeytan, yüzünü
oğullarına döndü ve dedi ki: Sizden hiçbir kimse yok mu ki beni bu tasadan
kurtarsın, bu tek eri tuzağa düşürsün?
Oğullarından biri, bu işi benim adıma yaz,
benden iste, senin gönlünü bu dertten ben kurtaracağım diye böbürlendi.
Şeytan ona, en gerçek oğlum sen olursun,
bu işi başarırsan, kör gözümü sen aydınlatırsın, dedi.
Şeytanın o oğlu, şöyle bir mel'un aklına
danıştı.
O, şeytanın oğluna:
- Halkı genç, güzel kadınlardan daha iyi
avlayacak hiçbir tuzak olamaz, dedi. Çünkü altın arzusu, lokma dileği tek
taraflıdır. Sen altına âşık olursun amma onun canı yoktur ki sana âşık olsun;
lokmanın canı yoktur ki seni arasın, seninle konuşsun. Fakat genç kadınlara
duyulan sevgi, iki taraflı olur. Sen onu sever, istersin, o da seni sever ve
ister. Sen ona ulaşmak istersin, o da sana.
Bir hırsız geceleyin dışardan kapıyı açmak
için bir tuzak kurar; amma o hırsızın, evde bir eşi ortağı bulunur yahut bir
halayıkcağız, içerden kapıyı açarsa, bu, hırsızın dışardan para çalmaya
uğraşmasına benzer mi hiç?
Altın yahut sandık, kalkıp kapıyı açamaz
ki.
Şeytanın oğlu da, bütün dünyayı dolaştı.
Güzel, akıllı, soylu soplu, alımlı, işveli bir kadın arıyor, zahidi avlamak
için o çeşit bir dilber araştırıyordu, şeytanlık hasedinin kuvvetiyle ev ev,
şehir şehir gezip dolaşıyordu. Çok aradı.
Sonunda o ülkenin padişahının kızını
seçti. Kızın güzelliği dillere destandı. Kızın beynine girdi, onu deli divane
etti, hastalandırdı.
Padişah, hekimleri, hikmet ehlini topladı.
Hepsi de onu iyileştirmede, ona ilaç tertip etmede âciz kaldı.
Şeytan, bir zahit elbisesine bürünüp
geldi:
-Eğer bu kızın hastalıktan kurtulmasını
istiyorsanız, dedi, onu Barsisa'ya götürün. O, okusun, üflesin, bu hastalıktan
kurtulur. Onlar da başka çare bulamadılar, onun sözünü dinlediler, kızı,
Barsisa'ya götürdüler.
Barsisa dua etti, şeytan da kızı bıraktı,
kız iyileşti. Böylece de şeytan, padişahın bir dahaki seferde de kendi sözüne
inanmasını sağlamış oldu. Kız iyileşince sevindi.
Bir zaman sonra şeytan, gene kızı
çıldırttı .Hekimler yine iyileştirmede âciz kaldılar.
Şeytan aynı suretle tekrar geldi. Bunu,
gene Barsisa'ya götürün; amma bu sefer geri getirmeyin, kız size, iyileştim
diye haber yollayıncaya kadar yanında kalsın, dedi.
Kızı, yüz binlerce güzel kızı nasıl
götürüyorlarsa, öylece götürüp Rahibin yanına bırakıp döndüler.
Kız, Rahip ve şeytan o ibâdet yurdunda
kaldılar. O rahip, bilgin olsaydı, kızla yalnız olarak o ibâdet yurdunda
kalmaya razı olmazdı.
Esenlik ona, Peygamber(s.a.v) dedi ki:
"Bir kadın, bir konakta bir erkekle beraber kaldı mı, üçüncüleri
şeytandır, onların." Bir kadın, bir yerde bir erkekle beraber kalınca
şeytan, onların aracısı olur. Hâsılı uzun bir zaman, kız, zahit rahibin yanında
kaldı. Otur kalk derken Rahip Barsisa, göz ucuyla da olsa kızı süzdü ve iyice
gönül kaptırdı. Gönül kaptırılmayacak da bir dilber değildi padişahın
kızı.
Nihayet bir gün, kızla buluştu ve kız
hamile kaldı.
Rahip kara kara düşünmeye başladı.
Bu sefer şeytan, bir insan şekline bürünüp
Rahip Barsisa'nın yanına geldi. Onu düşünür buldu. Neden düşüncelisin, dedi.
Barsisa, hikâyeyi anlattı. Kız, gebe kaldı dedi.
Şeytan:
-Kızı öldürmekten başka çare yok, dedi.
Öldürür, sonra, öldü gömdüm, dersin.
Barsisa, geceler boyu düşündü, başka bir
çare bulamadı. Onun dediğini yaptı.
Diğer yanda lain şeytan, gene insan
şeklinde padişaha geldi.
Kız iyileşti, gidip getirin, dedi.
Padişahla perdeciler gidip kızı istediler.
Rahip Barsisa:
-Kız öldü, gömdüm dedi. İnanıp geri dönüp
yasını tutmaya koyuldular.
Şeytan, bu sefer başka bir şekle girip,
padişahın yanma gitti.
-Kız nerede, dedi. Padişah:
-Rahip Barsisa'nın yanına götürdük, orada
öldü, dedi.
Şeytan:
-Kim söyledi, diye sordu.
Padişah:
-Barsisa söyledi, deyince Şeytan:
-Yalan söylüyor, dedi. Rahip kızınla
buluştu, kız gebe kaldı, sonra kızı öldürdü, falan yere gömdü. İnanmıyorsan
orayı kazdır, görürsünüz, dedi.
Padişah, tam yedi kez yerinden kalktı, bir
başka yere oturdu, sonra gene yerine geldi. Şaşkına döndü, hâli değişti, kafası
ateşlendi, kızdı.
Sonra bir toplulukla atına binip
Barsisa'nın ibâdet yurduna vardı. İçeri girip:
-Kız nerde, diye sordu.
-Rahip Barsisa:
-Öldü, gömdüm deyince, peki dedi, bize
neye haber vermedin? dedi.
Barsisa:
-Evrad-ı ezkar ile meşguldüm, evradımdan
kalırım diye korktum, dedi.
Padişah:
-Bu sözün aksi çıkarsa ne yapayım
dedi.
Bu söz üzerine Barsisa kızdı, ileri geri
söylenmeye durdu.
Padişah, Şeytanın bildirdiği yeri
kazdırdı. Kızı çıkardılar, kız öldürülmüştü.
Barsisa'nın ellerini bağladılar, terlemeye
başladı. Halk toplandı.
Barsisa, kendi kendine, ey kutsuz nefis
diyordu. Duan kabul oluyor diye seviniyordun. Halkın gönlüne, gözüne üstün,
büyük görünüyorsun diye seviniyordun.
Halk seni beğeniyor, övüyor diye
gururlanıyordun.
Halkın inancı azalır diye de korkuyordun
değil mi?
Gerçekte bu düşüncelerden hepsi de
yılandı, akrepti; evet, halkın beğenişi, zehirlerle dolu bir yılandı diyor,
içten içe ah ediyordu; ama artık faydası yoktu.
Onu yüce bir darağacının dibine
getirdiler.Merdiven dayayıp boynuna ipi taktılar.
O anda şeytan, bir insan şekline girip
kendisini tekrar gösterdi. Bunların hepsini de ben yaptım sana; hâlâ da gücüm
var, çaren benim elimde, bana secde et, seni kurtarayım dedi.
Barsisa buna ümitlendi ve şeytana:
-Nasıl secde edeyim, boynumda ip var.
dedi.
Şeytan, secde niyetiyle başınla işaret et,
akıllıya işaret de yeter dedi.
Barsisa, can korkusuyla, secde etmeye
niyetlendi; can tatlıdır ya, fakat başını eğince ip, boynunu daha da sıktı.
Nefesi kesildi.
Ve şeytana secde ederek öldü. Şeytan
uzaklaşırken, "Ben senden tamamıyla uzağım" dedi.
Şanı ululandıkça ululansın, Tanrı buyurur
ki: Ey insanlar, ey inananlar, sizi kötü bir dost, tutar da kötülüğe çağırırsa,
bu iş, sizin faydanızadır derse, kötü dostlar sana, sen yaşarken de bizimsin,
öldükten sonra da; biz de seniniz diye vaadde bulunursa ona inanmayın; onlar,
bu düzenle kendileri gibi sizi de bozmak, bozguna uğratmak, kötülemek, kötülüğe
çekmek isterler. Sizi pis bir hale getirdiler mi, ne dostunuz kalır artık, ne
eşiniz. Sizden bezerler.
Anlattığımız o şeytan gibi ki onun derdine
ortak oldu, ona dostluk gösterdi, sonunda onu tuzağa düşürünce, ondan bezdi
gitti.
(Mevlana Celaleddin, Mecalis-i Seb'a çev.
Abdülbaki Gölpınarlı, Konya, 1965)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder